0 %

Paragraf Yorumları

Yorumlar yükleniyor...

Yorum Yap

25. BÖLÜM

Yazı Boyutu
100%

25. "VİCDAN MAHKEMESİ."

Ben şimdi, kendisinden nefret eden birisine yürürken kalbi böyle çarpan bir kadın mı oldum?

O saniyelerden sonraki kalp atışım, sanki yaşamım kadar sürdü. Kendimde hiç masum bir duygu aramayışıma rağmen o an bir kız çocuğu telaşında hareket etmeye başladım. Değil beni görmeye gelmeye, bir daha yüzüme bile bakmayacağını düşündüğüm için Deren'in o soğuk duvarların arasında olduğuna inanamadım.

"Gelecek misin? Yoksa görüşmeye çıkmayı istemediğini mi söyleyeyim?"

Gardiyanın sorusu hamle yapmam için beni kendime getirdi. Deren'in adını duyunca boynumda başlayan sıcaklığın yanaklarıma ulaştığını hissedip masadan uzaklaştım. "Deren Ateş'in olduğuna emin misin?" dedim heyecanla.

"Herhalde eminim. Görüşecek misin?"

"Evet," dedim hemen.

Gardiyan kolumdan tuttu ve beni koridora çıkardı. Diğer bir gardiyan koğuşun kapısını kapatıp arkamızdan yürümeye başlamıştı. Deren'in buraya gelme sebebinin ne olduğunu anlamıyordum ama birazdan onu görecek olmak... Karnıma giren ağrıyla beraber huzursuzlanıp, "Hapishanede hiç ayna yok mu?" diye sordum gardiyana, bir ümitle.

Günlerdir kendime bakmıyordum, kimbilir ne kadar çirkin görünüyordum.

"Mahkûm kantininde var," dedi gardiyan.

"İnebilir miyiz?" Kendime bakmayı istiyordum, saçlarımı düzeltmem gerekiyordu.

"Hayır."

Aksilik etmeden önüme döndüm. Serbest olan elimle üzerimdeki sweati düzeltip saçlarımı sırtımdan arkaya attım. Uzun süredir dokunmadığım için ensemin bayağı aşağısına geliyordu. Kattaki kapılar açıldı ve alt kata inince, "Neden ziyaret salonunda?" diye sordum gardiyana. Noah özel izinle geldiğinde müdürün odasında görüşmüştü.

"Öyle talep edilmiş."

Altdudağımı ısırarak tekrar önüme döndüm. Ziyaret salonunun olduğu kata, koridora inene kadar üç kilitli kapıdan daha geçmiştik. Kalbim her saniye hızlanıyor, midemi bulandırıyordu. Ziyaretçi salonuna üç adım kala kurumuş, çatlak dudaklarımı ıslattım ve gardiyan kapıyı açtığında başımı kaldıramadım. Biraz ilerledik ve gardiyan beni bırakıp geriye çıkınca yumruklarımı çözüp gözlerimi masaların ayaklarında dolaştırdım. Ve sol taraftaki ikinci masanın altından erkek ayakkabılarını gördüm.

Siktir, kalbim...

İstemsiz olarak bir daha saçlarımı düzeltip o masaya ilerledim. Sandalyeyi çekip oturdum ve ellerimi önce dizlerime, sonra da masanın üstüne koydum. Çekimser davranan parmaklarıma kaş çatarken, Deren'in aşinası olduğum temiz banyo kokusunu aldım. Banyo yaptıktan, duş aldıktan sonraki birkaç saat böyle temiz kokardı. Onda en sevdiğim koku buydu.

O ana kadar yaptığım her şey için cesaretim vardı ama şimdi kafamı kaldırıp gözlerine bakacak cesaretim yoktu.

"Buralar soğuk," dedi Deren, o saniyelerde.

"Ama ben üşümüyorum," dedim, sanki üşümemden endişe edermiş gibi...

"Soğukkanlısın sen, üşümezsin."

Belli ki ben onu göreceğim için heyecanlıyken o, beni kıracağı için heyecanlıydı.

"Geceleri üşüyorum aslında," dedim, aptal gibi hâlâ heyecanlıyken. "Ranzamdaki battaniyeyi birisi almış ama gidip geri istemedim. Pek umurumda olmadı."

"Peki benim umurumda mı ki anlatıyorsun bunları?"

Kendimi, birkaç saniye önce olduğumdan daha aptal hissederek çenemi kapattım. Cidden, ne anlatıyordum. Adam benimle zoraki, istemeden konuşuyordu ve ben de kalkmış... "Neden geldin?" diye sordum. "Bir şey mi oldu?"

Birdenbire, "Pişman mısın?" diye sordu.

Heyecanla masanın üzerinde yer değiştiren gözlerim onun kara gözleriyle buluşunca, iki kaya parçası kalbimi ezmiş gibi hissettim. Yüzü, gözleri, saçları... Dağınıklığı ile düzeni arasındaki o bocalamış kıyafetleri, albenili somurtkan dudakları... 

Ben cevap vermeyince, "Sana bir soru sordum," dedi.

Henüz yaptıklarımdan pişmanlık hissetmemiştim. Çünkü her şey çok acı ve Deren için adil olmasa da istediklerime sahip olmuştum. Karina'yı kimin kaçırttığını öğrenmiş, onu kaçırmakta payı olanları, Feda'yı ve doktoru öldürmüştüm. Ben, bu iğrenç oyunumda hedefime ulaşmıştım.

Deren sessizliğimden anlayarak, "Pişman değilsin," dedi. "Söyle bana, duymak istiyorum. Pişman olmadığını duymak istiyorum."

"Pişman değilsem ama... yapmam gerektiyse? Bunu yaptığım için gerçekten üzgünsem?" Çıkan her kelimeden sonra dudaklarım sitemli şekilde birbirine çarpıyordu. 

Kara gözlerinin arkasında çok çok cılız bir ışık gördüm. "Ailen mi zorladı?"

Böyle olmasını isterdi, zorlanarak yapmış olmamı. "Hayır," dedim ve gözlerindeki o cılız ışık da kayboldu. "Sana söylemiştim, ailemin haberi yoktu bile."

Yüzünü öne eğince gözüme kulağının altındaki bir iz çarptı. Kırmızı bir izdi, yeniye benziyordu. Acaba n'olmuştu? "Neden yakınımdaydın?" diye sordu bu kez, soğuk bir sesle. "Nil'i madem kaçırdın... Neden siktir olup gitmek yerine beni kandırdın, ilgi gösterdin, sikiştin?"

"Nil'i bulamaman için," dedim. "Aynı zamanda Nil'i sana geri getireceğim için."

Masayı kazıyan tırnakları durdu ve bir süre sessizlik oluştu. Muhtemelen kafasında çoktan birleştirdiği parçaları kelimelere döküyor olmam can sıkıcıydı. Sertçe yutkunup, "Suçu neden Feda'ya attın?" diye sordu. "Tahmin ettiğim gibi, suçu işleme ihtimali olduğu için mi?"

Onun adının geçmesiyle beraber dilimi dişlerim arasında ısırdım. "Onunla bir hesabım vardı."

"Bir taşla iki kuş vurdun yani. Hem iş için kızımı kaçırdın hem de kişisel intikamın için beni kullandın."

Huzursuzca, "En başından beri Nil'i sana geri getirecektim," dedim. "Nil'i vermeyecek olsam neden çevrende olurdum? Neden ona bu kadar iyi bakardım..."

"Sus," dedi elini kaldırarak. Gözlerini gözlerime dikince ruhumu inciten nefretiyle bir arada kaldım. "Kızımın adını anma. İsminin senin dudaklarından çıkmasına deli oluyorum."

Bu öfkeye bakıyordum da, gerçekten Nil'i bir daha hiç göremeyecektim...

"Ona defalarca sarılıp uyudum," dedim, Nil’le aramızdaki ilişkinin zararsızlığını ifade etmeye çalışarak. "Sor ona, söyleyecek..."

"Ne zaman uyudun? O iç kanama geçirdikten sonra mı?" Elini masaya çarpıp haykırdığında, sırtım, irkildiğim için sandalyeye çarptı ve gözlerim büyüdü. Masanın ayakları kaymış, aramızdan ayrılmış, o hemen yanıma gelmiş gibiydi. O kadar derinime işliyordu bakışları.

"Ne iç kanaması?" dedim. "Nil iç kanama mı geçirdi? Ne zaman?"

Nefesinden bir öfkeli ses kaçtı ve kafasını sol tarafa eğip dişleri arasından seslendi. "Ne demek ne zaman lan? Seninleyken!"

Yok artık, bunu kabul edemeyeceğim. "Hayır, Nil'e benim yanımda hiçbir şey olmadı! Ne iç kanaması? Küçücük çocuk o, iç kanama geçirse böyle olur mu şimdi? Kim, ne söyledi sana?"

Sırtını sandalyenin arkasına yasladı ve elini cebine attı. Bir avuç parçalanmış kâğıt çıkarıp önüme bırakırken, "Sağlık raporu," dedi. "Burada yazıyor."

Ah, tabii ya... Edip'in pisliğiydi bu, kendi ağzıyla söylemişti değiştireceğini. Kâğıtlara uzanırken gardiyanın kontrol amaçlı masaya yaklaştığını adımlarından anladım ama umursamadım. Raporun hırsla parçalarına ayrıldığı çok belliydi ve bazı parçaları eksikti, okuyamıyordum. "Hayır," dedim korkuyla. Yaptıklarıma ses çıkarmamış, ne derse kabul etmiştim ama Nil'e zarar verdiğimi düşünemezdi. "Edip sağlık raporunu değiştirdi, hatta o gece kendisi değiştireceğini söylemişti! Yalan bu, inanma!" Kafamı kaldırıp tüm gerçekçiliğimle gözlerine baktım. "Nil'e sor! Üstele, bir şey yap, ikna et... Sana illaki benim hakkımda bir şeyler diyecektir."

Çırpınışlarımı gözlerindeki acımayla izleyip bir süre sustuktan sonra, "Sordum," dedi. "Senin onu dövüp dövmediğini sormak zorunda kaldım."

"Ne dedi?"

"Kimsenin kendisini dövmediğini söyledi."

Tırtılım benim, gerçeği yalnız o biliyordu ve Deren ona inanırdı. "Bak, demiştim sana," dedim. "Nil'e dokunmadım, tek bir kez bile. Kendisi de söylemiş, neden inanıyorsun hâlâ bu rapo..."

"Kızım seni tanımadığını da söylüyor Karmen, ona da mı inanayım?" dedi, dişleri arasından. "Belki de korkudan böyle söylüyor. Ona bu soruların geleceğini bildiğin için önlemini baştan aldın belki de."

"Bunun önlemini nasıl alabilirim?" dedim, böyle düşünmekte haklı olduğunu bilsem de Nil'e zarar vermediğimi kanıtlamak istiyordum. "İllaki itiraf eder, saklayamaz, çocuk sonuçta."

"Sen ne anlarsın lan çocuk ne saklar ne saklamaz!"

Yüreğim titreyince konuşmama devam edemedim.

"Edip'in sözüne mi inanacaksın yani?" dedim sesimi yükselterek. "Kendisi raporu değiştireceğini söyledi diyorum, anlamıyor musun?"

"Sana mı inanayım?" Sanki her kelimesi ruhuma temas etmenin yolunu biliyor gibi acıtıyordu beni. "Şu hale bak, Edip'e bile senden daha çok inanacak haldeyim. Beni getirdiğin hale bak, kendini benim gözümde getirdiğin hale bak." Ellerini bir daha masaya çarpınca masanın ayakları titredi. "Bak Karmen, seninle karşılıklı oturduğumuz masaya bak! Bizi karşılıklı oturttuğun masaya bak. Ne için? Sen benim çocuğumu kaçırdığın için. Ben seni, kızımı kaçırmaktan hapse tıktırdım. Ben, Nalan seni döverken seyirci kaldım, Edip seni dizlerinin üzerine çöktürdüğünde hiçbir şey yapmadım, kelepçe bileklerini acıttığında çözmedim. Bak Karmen, karşılıklı oturduğumuz masaya bak."

Aramızdaki bağ nasıl bu kadar çaresiz, imkânsız olabilirdi...

Söylediği gibi oturduğumuz masaya baktım ve sonra onun vurmaktan kıpkırmızı olmuş ellerine. Yaralarla doluydu, belki başka yerlere de vuruyordu ellerini.

Sonra, "Bir de... Sanki senin için bir şey ifade ediyormuşum gibi bunları söylüyorum," dedi kendi kendine.

"Ediyorsun," dedim hemen elimi yavaşça yaklaştırarak. "Günlerdir sadece seni düşünüyorum."

Seni, kızımı, Nil'i...

"Canımı daha ne kadar yakabileceğini mi?"

Kendime acıyla gülerek, "İki çift laf etmeme izin vermiyorsun, ne anlatabilirim ki?" dedim.

Bunu dememden sonra bir sebepten ötürü gözleri gözlerimde sabit kaldı. Sonra da her neyse onu boş verip, "O itin yerini söyle," dedi emir verir gibi.

"Kimin?" dedim, cidden anlamamıştım.

"Nalan'ı kaçıran o adam. Yerini söyle. Muhtemelen sizin korumanızdı. Onu da bulacağım."

Evet, Yamanla ilgili şüphelerini silememiştim demek ki. Biraz iz sürerse bulabilirdi ama ben bunun olmasına göz yumamazdım. "Onu tanımıyorum demiştim Deren."

"Siktiğimin yalanları," dedi kafa sallayarak. "Abilerinin de onun da peşini bırakmayacağım."

Onun için, "Abilerimden uzak dur," dedim hemen. Paniklemiştim, çünkü Noah da Deren'e bu kadar kızgındı ve birbirlerinin peşine düşerlerse... "Onlar kalabalık, sen teksin. Gözünün yaşına bakmazlar."

Hiddetlenerek, "Siktirtme bana belanı," diye hırladı. Korktuğumdan değil, gerginliğimin şiddetinden yutkundum. "Gözümün yaşıymış... Gelsin akıtsın o orospu çocuğu abilerin."

"Abilerim hakkında doğru konuş, hiçbirinin haberi yok."

"Doğru yanlış mı bıraktın lan ortada." Sanki onunla alay ediyormuşum gibi bana sinirleniyordu. "Siktin attın hepsini."

Gardiyan bir daha uyarır gibi ses çıkarınca Deren gözlerini yukarıya kaldırıp kadına kirpiklerinin arasından baktı. İstemsizce gözlerinin etrafını kaplayan kirpiklerini izledim ve dişlerimi sıkarak tekrar bana dönünce, "Abinin seni ziyarete geldiğini biliyorum," dedi. "Bir daha gelirse söyle. Eğer evimi bulup gelirse, Nil'in olduğu evime gelirse hayatını sikerim."

Deren, Noah'ı dövebilirdi, onu incitebilirdi, vurabilirdi ama abilerimin hepsiyle, korumalarımızla başa çıkamazdı. Üstelik Nil'i korumaya çalışırken aynı anda onlara düşmanlık yapamazdı. "Abimi seninle uğraşmaması için uyardım, asıl sen onu bulma."

"Orası bana kalmış," dedi ellerini masanın üzerinde birleştirerek. "Sen kendi derdine yan. O kadın doktoru öldürmekten de ceza alacaksın. Kanıt bulduğum an savcılığa ileteceğim." Gözleri çok keskin bakıyordu. "Onu neden öldürdün?"

Kadın doktor... Onu da mı öğrenmişti? Hâlâ bir şeyleri araştırıyorsa daha fazla şeyi de öğrenebilir miydi? Deren açık kalan dudaklarıma bakıp ardından başka yere çevirdi gözlerini. "Bir de yangın çıkartmaktan."

Gözlerimi kırpıştırdım. "Yangın mı?"

Dudağının kenarını kıvırarak, "Her şeyi iki kere tekrarlayıp aptalı oynamak zor olmuyor mu?" dedi. "Senin gibi zeki bir kadın için?"

"Ben gerçekten..." düşünmeye başladım. "Anlamadım."

"Beni ilk öptüğün yeri hatırla diyeceğim ama onu da unutmuşsundur." Parmaklarıyla masada ritim tutmaya başladı. "Orada çıkardığın yangın, benden aldığın para. Parça parça para koparmak için Nil'i bu kadar uzun süre esir tuttun belki de."

O da mı benim üzerime kalmıştı? Derya piçi her şeyden habersizmiş, masummuş gibi davranırken ben onun yaptıklarından da sorumlu tutuluyordum. "O yangını ben çıkarmadım," dedim bastıra bastıra ve sonra ne olacaksa olsun diyerek söyledim. "Derya yaptı, parayı o aldı."

Boş boş baktı, kirpiği bile kıpırdamadı. "Derya ne alaka lan?"

Bir saniye durup sonuçlarını hesap etmeye çalıştım ama o an bile deli gibi itiraf etmeyi istiyordum. Derya'nın bildiğini söylersem Derya benim hakkımda ne söylerdi? Gece ve Yaman'ın da bu işte olduğunu anlatırdı, başka hiçbir halt bilmiyordu. Deren, Yaman'dan zaten şüpheleniyordu ama bu kez Gece'yi de arardı. 

"Yoksa..." Deren kilitlenip kaldı. "O da mı sizinleydi? Beraber mi yaptınız?"

O an Derya'nın bana ve Nil'e yaptığı her şeyin karşılığını alması ümidiyle, "Evet," diye yalan söyledim. Aslında... çok da yalan sayılmazdı, bir noktadan sonra biliyordu. "Nil'in bende olduğundan haberi vardı."

Söylediklerimin bana ne getireceğini bilmiyordum ama artık gerçekten bıkmıştım. Her şeyin sorumlusu ben olmak istemiyordum. "Nasıl?" diye sordu. "Beraber mi yaptınız?"

"Beraber yapmadık ama beni parkta görmüş, Nil'i kaçırdığımı biliyordu." Söylediklerimden emin şekilde başımı salladım. 

"O gün... Nil'i parka Derya götürmüştü ve seni gördü öyle mi?" Teninden kalkan o kuvvetli soğukluk kalbimi de kapladı. "O en başından biliyor muydu yani?"

"Evet."

Dirseğini masaya yaslayıp elini şakağına koydu ve hızlı nefesler alırken, "Peki söylememesi için nasıl durdurdun onu?" diye sordu. Gözlerine siyah bir perde inmişti ve altdudağı titriyordu. "Onunla da mı yattın?"

Ensemin arkasında bir uyuşma hissedip sandalyemde irkildim ve ellerim tutunma ihtiyacıyla sandalyeyi iki yandan kavradı. Her şey etrafımda dönmeye başladığı için başımı önüme eğip bir saniye gözlerimi yumdum. Sonrasında sandalyeyi ittirip doğrulmaya çalıştığımı fark ettim ama Deren masaya yasladığım bileğimden sertçe kavrayıp, "Otur," dedi kabaca. "Konuşacaklarımız bitmedi."

"Aklına gelen ilk ihtimal gerçekten bu mu?" dedim hissizleşen gözlerimi kaldırarak.

Gülerken omuzları sarsıldı. "Sözlüsünü aldatan, kızımı kaçıran sensin değil mi? Beni böyle de aldatmış olabilirsin."

Gardiyan yaklaştığında artık oturabildiğimiz tek masaya tekrar oturup sandalyeme yerleştim. Deren bileğimi bırakıp gardiyana bir bakış atarken, "Nil'den kurtulmak istiyordu," dedim. "Nil'i kaçırmam Derya'nın işine gelmişti, bu yüzden onu ikna etmeme gerek yoktu. Hatta o beni, Nil'i alıp İtalya'ya götürmem için tehdit etti."

Ellerini ensesinde gezdirip başını önüne doğru eğdi. Alnında ter damlaları birikmişti ve artık dayanamıyor görünüyordu. "Doğruları söylediğini nereden bileceğim?"

"Aptal değilsen bilirsin," dedim boşluğa bakarak. Vücudumun hiçbir yeri kıpırdamıyordu. "Sezgileri olan birisi Derya'nın Nil'den hazzetmediğini bilir."

Kendimi bu kadar değersizleştirmiştim demek. Derya'yla yatacağımı düşüneceği kadar.

"O bile... Derya bile parmağında çevirdi beni öyle mi?" Bir kez daha gülmeye başladığını duydum, omuzlarının ileriye hareketi sırasında masadaki kolları titriyordu. "Neden itiraf ettin? Onun da seninle yanması için mi?"

"Nil'i ondan uzak tutman için."

Gülüşündeki sinir bozukluğu kulağıma gelmeye devam etti. "Derya biliyorsa o zaman karşıma getirdiği adam kesinlikle senin adamındı." 

Hiçbir şey demedim. Son birkaç dakikadır tuhaf bir hissizlik, düşüncesizlik halindeydim. Bir saat sonramı bile düşünmüyor, ne dediğimi kendim de anlamıyordum. Zaten her türlü Yaman'ın peşindeydi. Dudaklarımdan küçük nefesler alarak, "Derya, Nalan'a takıntılı," dedim. "Bu yüzden Nil'i aranızdan çıkarmak istiyor."

Ne düşüneceğini neye inanacağına şaşırmış gibi boşluğa bakmaya başladığında genzime takılan yutkunmam yüzünden öksürmeye başladım. O hastalıklı, rahatsız edici öksürüğüm sessizlikte çınladı. Artık hapishanenin soğukluğunu hissediyordum. "Çok şey... Çok şey söylemek istiyorum ama söylenecek hiçbir şey bırakmadınız."

Gözkapaklarımın arkası ağlamamaya çalışmaktan sızlıyordu. "O zaman konuşmamız bittiy..."

"Bitmedi," dedi, sinirle gülmeyi bırakıp. Başını kaldırıp göz teması kurduğunda bakışları alev alevdi. Yangının içindeyken alevleri ne kadar hissedebilirsem gözlerine bakınca da o kadar hissediyordum. Elini üzerindeki ceketin cebine atıp bir şeffaf torba çıkardığında gözlerim istemsizce takip etti. Hissiz bakışlarım şeffaf, çıtçıtlı küçük poşetin içindeki bir iki tanıdık şeye denk gelince de ağzım şaşkınca açık kaldı. Bunlar şahsi eşyalarımdı, arama sırasında üstümden çıkarılanlar ve... Karina'mın kurdelesi.

Heyecanla gülümseyerek elimi torbaya uzattım ve Deren hızla elini elimin üstüne kapatarak almamam için bastırdı. Bunun üzerine vermemesinden korkup, "Bunları nasıl alabildin?" diye sordum.

"Bazen, devleti arkasına alan bir koruma olduğumu unutuyorsun."

"Suikatçı," diye düzelttim iğneleyerek. İstemsizce gıcık davranmıştım.

Ağır ağır nefes alıp, "Evet, abilerin üzerinde uyguladığımda göreceksin," dedi.

Yok, hâlâ ailemle beraber yaptığıma inanıyordu, başka şey düşünmüyordu. "Eşyalarımı ver Deren."

Elimi sertçe itip torbayı aldığında masaya çarpan parmaklarımı sıktım. Ağır ağır torbanın ağzını açıp içini masaya döktü ve cüzdanımı alıp kontrol etti. Biraz paradan başka bilgi sahibi olabileceği bir şey yoktu. Cüzdanı kenara fırlatıp diğer şahsi eşyalarıma da baktı ve ardından kurdeleyi aldı, avucunda tutarak bileğime baktı. Onu ilk kez bileğimden başka yerde görüyordu. "Bu kurdeleni çok mu seviyordun, hep bileğindeydi?"

Tetiklenip, "Onu bana ver," dedim.

"Sana veremem, yasak." Kayıtsızca geriye yaslanarak bir omzunu silkti. "Eşyalarını, senin hakkında bir şeyler öğrenirim diye aldım ama hiçbir şey çıkmadı. Değersiz bir kumaş, iki üç sigara..." gözleri masaya kaydı ve kilit şeklindeki zincir kolyemi buldu. "Alındığına pişman edilen hediyeler." 

Titrer şekilde avucuna uzandım ve elinin içinden kurdeleyi almak için parmaklarını açmaya çalıştım. Tenine dokunmanın yarattığı hisleri yok saymaya çalışıyordum ama ona dokunmak her zaman bağımlılık yapan türden bir şey olmuştu. "Ver dedim şunu! Aptal aptal iş yapıyorsun! Kurdele ne işine yarayacak sanki!"

Gardiyan yaklaşarak, "Temas yok," dedi. Omuzlarımdan tutup beni geriye çekmeye çalışırken Deren, böylesine acı çekiyor olmamdan kaynaklı rahatlıyormuş gibi gözlerimin içine bakıyordu. "Kurdele umurumda değil. Canının yandığını görmek hoşuma gidiyor."

"Öldür o zaman beni! Sonsuza kadar hoşuna gitmiş olurum!"

Sinirle elindeki kurdeleyi fırlattı ve avuçiçlerini masaya yaslayarak, "Bir bez parçasıyla aranda bağ kuracak birisine benzemiyorsun," dedi. "O kadar duygusal değilsin."

Sandalyemden fırladım ve yere doğru fırlattığı kurdeleye ilerledim. Onu yerden alırken gardiyanların bakışlarını üzerimde hissediyordum. Hızla eşofmanımın cebine soktum ve hâlâ masada oturan, tüm kibriyle beni izleyen Deren'e yaklaştım. Masanın karşısında, nefes nefese ayakta dururken, "Ben kendimi sorumlu tuttuğum için bana acı çektirebiliyorsun," dedim. "Ben suçluyum, o yüzden susuyorum. Ben hata yaptım, o yüzden susuyorum ama sakın... zaaflarıma dokunma, bir düşman yaratırsın."

Tek kaşını kaldırırken yüzünde derinlemesine bir yıkıp geçme arzusu göründü. "Ancak senin gibi bir yüzsüz kızımı kaçırmasına rağmen utanmadan böyle konuşabilir."

"Öldürsene," diye fısıldadım yüzüme düşen saçımı sertçe iterek. "Öldür o zaman! Niye yapmıyorsun? Yapamıyor musun? Edip'in, Nalan'ın elinde olsam hemen öldürürler beni!" Yüzümü alçalttım. "Sen niye yapamıyorsun?"

O an benden çok kendisine öfkelenmiş gibi ağır ağır yutkundu. Belki de gerçekten beni böyle öldüreceğini düşünüyordu ama zamanında suçluyu bulduğunda yapacaklarını hatırlıyordum. Şimdi neden yapmıyordu? "Yok acısız ölemezsin, yok böyle canın yansın, yok abilerin ölsün... Beni öldür, beni! Yoksa benden hâlâ o kadar nefret edemiyor musun?"

Meydan okumam karşısında sessiz kalarak gözlerini yavaşça arkamdaki gardiyanlara dikti. Bana elinin tersiyle çekil, gibisinden bir hareket yaparken, "Görüşmem bitti," dedi gardiyana.

Sandalyesini iterek doğrulduğunda, gardiyanın da arkamdan yaklaştığını sezdim. Deren, ceketinin önünü düzelterek omuzlarını geriye attı ve arkasını dönüyordu ki onu kolundan tuttum. "Benim bitmedi, söyleyeceklerim var."

Hiçbir şey demeden kolunu çektiği sırada gardiyan koluma girerek, "Bitmiştir," dedi. Beni götürmeye çalıştığında kollarımı kendime çekerek Deren'in önünde dikildim. Acıdan soluğum kesilmiş halde, "Benim de canım çok yanıyor," dedim. O yukarıdan bana bakarken üzerindeki tişörtün uçlarını uzaklaşmaması adına kavradım. "Senden bile çok yanıyor. Hiç geçmiyor, azalmıyor... Unutamıyorum, silemiyorum. Rüya görmeye çalışırken sürekli boğulduğum kâbuslar görüyorum." Gözlerimde bir yalvarmayla baktım. "Bir şeyler anlatmak istiyorum ama sonra olacaklardan korkuyorum. Birkaç saat baş başa olmayı, sana anlatmayı, en azından beni anlamanı o kadar isterdim ki... Umursamadığımı sanıyorsun ama yemin ediyorum hep seni düşünüyorum..."

Boş boş bakarak, "Bitti mi?" dedi.

Gardiyan, "Gidiyoruz," diyerek beni çekiştirirken, "Deren, lütfen," dedim telaşla. Vücudumu ona doğru itmeye çalışıyordum. "Sana ihtiyacım var, yanındayken daha az acı çekiyorum."

Bana acıyormuş gibi bakıp kafasını iki yana salladıktan sonra arkasını döndü. Süratli adımlarla ilerlemeye başladığında ellerim yanıma düşüp çaresiz kaldılar. Gardiyana zorluk çıkarmayı, savaşmayı bıraktım ve pes edişim ağzımda bozuk bir tat bırakırken gardiyanla gitmek üzere arkamı döndüm. Sonra sadece bir an için arkama, onun uzaklaşan vücuduna bakarak, "Ölsem affeder misin?" diye seslendim, beni duyacağı şekilde. "Deren, ölürsem affeder misin beni?"

Kapıdan ayrılmak üzereyken duraksadı, eli kapının üzerinde kalmıştı. Gardiyan, Deren'in beni muhattaba aldığını görünce bekledi ve Deren yavaşça omzunun üzerinden baktı. Kara gözlerine doğru, "Söyle," dedim, neredeyse fısıldayarak. "Ölsem beni affeder misin?"

Sessizlik.

Cevap bulamayan sorum...

"Ölürsem," diye yineledim gerçekten merak duyarak. "Ölürsem affeder misin beni?"

Tekrardan cevap vermedi.

"Ölürsem..."

Başını salladı. 

Demek... ölürsem affederdi. Ben de karşılık olarak başımı salladım ve gözlerine son kez bakarak, "Senin için yaparım," dedim.

Sonra yürümek için önüme döndüm, gardiyanla beraber çıkacaktım ki, "Bekle," dediğini işittim. Gardiyan benden önce dönüp arkama baktı, tahammülü kalmamış gibiydi ama dediği gibi Deren gücünü devletten alıyordu. Artık söylenecek bir şeyler kalmamasına rağmen ona döndüm ve Deren soluğu karşımda alınca, yumruklarımı iki yanımda sıktım. Bir karış mesafemde durup gözlerini yüzümde, saçlarımda, dudaklarımda dolaştırdı. Sonra da, "Önce duymanı istediğim bir şey var," dedi.

Ruhsuzca, "Nedir?" diye sordum.

"Nil'in aklından seni kazıyacağım. Onunla geçirdiğin her anı, ona zarar verdiğin her anı zihninden kazıyacağım." Yüzüme doğru alçaldı. "Kızımın korkulu rüyası olmana izin vermeyeceğim. Doğrusu... Bir çocuk için sen başka ne ifade edebilirsin ki? Çocukları kaçıran birisi... kendi çocuğu için bile eziyetten başka bir şey değildir."

Kalbimin algılamakta zorluk çektiğini hissettim. Oysa beynim kavramıştı ama kalbim hâlâ böyle saf davranıyordu.

"Eziyet?" diye kekeleyebildim.

"Evet. Annesinin sen olduğu bir çocuk düşünemiyorum."

Kelimelerden sonra bana kalan tek düşünce, Karina'mın benim yüzümden çektiği acı oldu. Sonraki an elim havaya kalkmıştı ve sert bir patlama sesiyle beraber Deren'in yanağına inmişti. Tenin tene çarpma sesinden sonra Deren'in suratı hafifçe yana kaydı ve benim elim inerken, onunki yanağına doğru gitti. Parmaklarını yanağında oluşmaya başlayan kırmızılığa koyduğunda, "N'apıyorsun?" diye bağırarak kolumdan tuttu gardiyan. "Delirdin mi? Mahkûmsun sen!"

"Öldürürüm seni," dedim Deren'e ve ileriye atılarak ellerimi boğazına doladım. O, hiçbir tepki göstermeden geriye kayarken, parmak uçlarımda yükselerek yüzüne yaklaştım. "Benimle böyle konuşamazsın! Canımı böyle yakamazsın!" 

Gardiyanın telsizine bir şeyler dediğini arka planda duyarken Deren'in boynuna kabaca yapışıp, geri çekilmeme rağmen tekmelerimi savurmaya çalıştım. Gardiyanların ikisi birden müdahale ettiği için belimden kavrayıp geri çekmişlerdi. Deren elini yanağından indirip yüzünü boş bir bakışla bana çevirirken, ellerim ve tekmelerimle ona uzanmaya çalışıyordum. Gözleri baştan aşağıya beni süzerken, "Bir daha sakın buraya gelme," diye çığlık attım. Tam tekrardan ona tokat atıyordum ki, gardiyanın birisi kolumu yakalayıp sırtıma doğru büktü ve dudağımdan tekrar çığlık koptu. "Söylediğin her şeye pişman edeceğim seni, kim olduğumu göstereceğim sana! Sadece sen benim değil, ben de senin peşini bırakmayacağım!"

Gardiyan beni ters kelepçe yapmak üzereyken bir daha ileriye fırladım ve kafam Deren'in göğsüne denk geldiğinde, onu omuzlarından sertçe arkaya ittim. Yumruklarımı göğsüne doğru vurup tekmelerken saçlarım sürekli yüzüme düşüp duruyordu. Deren hâlâ aynı kayıtsızlıkla beni izlerken, "Yalvaracaksın!" diye bağırdım tekrardan. Gardiyanlar sert bir uyarıyla beni ikinci kez yakalayıp ters kelepçe yapmak için yere düşürdüğünde, Deren sanki yere uzanabilmem için bir adım geriye çıktı. "Benden bir çocuğun olması için yalvartacağım seni!"

Ne dediğimi kulaklarım duymuyordu, duymaya da ihtiyacı yoktu. Yalnızca öfkemi çıkartmak, yöneltmek, kurtulmak istiyordum. Ters kelepçe bileklerime geçtiğinde, gardiyanlar azarlayarak beni ayağa kaldırdı. Titreyen dizlerim üzerinde durarak kurtulmayı denerken, Deren uzun uzadıya beni izleyip arkasına döndü. Sanki hiç dokunmamış gibi süratli adımlarla çıkışa ilerledi. Bir polis kapıyı onun için açtı ve Deren hiç duraksamadan çıktı.

Vahşi bir hisle gardiyanları itmeye çalıştım.

"Dur artık!" 

Gardiyanlar kolumdan daha sıkı tutup beni ziyaretçi salonundan çıkardıklarında her tarafıma sıcak basmıştı. Koridorda yürürken gözlerim etrafımı zor seçiyordu. Üst katları çıkarken de çok zor yürüyordum. Ciddi şekilde yaralama, incitme isteğim vardı. Bir anda kim olduğumun farkına varmış gibiydim. Ama diğer yandan hâlâ deli gibi ağlamak istiyordum.

Koğuşun önüne gelince kilidi kaldırıp açtılar ve beni içeriye sokarken, "Müdüre ileteceğim bunu," dedi gardiyan.

Kapı kapandığında ellerimi yüzüme götürüp saçlarımı öfkeyle arkaya ittim. Her şey pusluydu, mahkûmların görüntüsünü seçmekte zorlanıyordum. Kendi aralarındaki ufak konuşmaları, denizi dinliyormuşum gibi uğultu oluşturuyordu. Ayaklarımı sağ taraftaki ranzalara kaydırdım ve battaniyemi alan aptala ilerledim. Üzerine yürüdüğümü fark ederek bana döndü. Nefes nefese önünde durup bir anda elimi kaldırdım ve tokadı suratına patlattım. Kadının yüzü şaşkın bir çığlıkla diğer tarafına dönerken, içerideki konuşmalar bıçak gibi kesildi. 

"N'apıyorsun lan?" diye ayağa fırladı ve bir anda saçlarıma asıldı, kafamı aşağıya çekti. "Kafayı mı yedin orospu! Sana bir şey yapmıyoruz diye şımardın mı?"

Karşı çıkmadım, çünkü karşılığının bu olacağını bildiğim için tokat atmıştım. Diğer mahkûmlar, "Gardiyanlar görecek," dediğinde kadın onlara bakıp kaş çattı. "Görmediniz mi? Tokat attı bana!"

"Battaniyemi çalmıştın!"

"İsteseydin geri zekâlı! Niye saldırıyorsun delirmiş gibi?"

"Sen isteyerek mi aldın lan?"

Bana doğru saldırdı ve vücudumu arkaya itti. İçeriye girerken birilerine saldırma isteğim vardı ama o an sadece bana bunu yapmasına izin vermek istedim. "Sen görürsün," diyerek beni tuvalete çekiştirirken, diğer mahkûmlar, "Kapıyı kapat bari," dedi.

Lavaboya girdiğimizde beni içeriye itip kapıyı arkamızdan kapattı ve sırtım beyaz fayanslara yaslıyken üzerime gelmeye başladı. Göğüskafesim hızla inip kalkarken görüşümde Karina vardı. Deren haklı olabilir miydi? Ben Karina için eziyet miydim? Öyle olmasa, öyle hissettirmese bu kadar ölümcül bir öfke hisseder miydim?

Kadının elleri beni üzerimdeki kıyafetten yakalayıp sarsarken, "Derdin ne?" dedi bağırarak. "Bir sorunun mu var benimle?"

"Beni dövebilir misin? Gücün yeter mi?" 

"Manyak mısın sen?"

"Korktun mu? Dövemez misin?" dedim, gülmeye başlayarak.

Biraz sessizlik oluştuktan sonra, "Ruh hastası," dedi.

Kahkaha atarak, "Aslında seni dövebilirim," dedim. Gözlerimdeki bulanıklık yüzünden kadının yüzü pürüzlüydü. "Kadınlarla dövüşüp kaybettiğim hiç olmadı. Çünkü on yaşımdan beri dövüş dersleri alıyorum, Salvador’la bile dövüşüyorum. Şey... O en büyük abim, bana yumruk atmayı ilk o öğretmişti. Şimdi yüzümde bu kadar çok dayak izi olduğunu görse bana çok öfkelenir ama tüm bunların karşılığını verir."

"Ne gülüyorsun, ne saçmalıyorsun be?" Beni omuzlarımdan bir daha arkaya attığında ayaklarım yerde hafifçe kaydı ve ensem acıdı. "Hakikaten ruh hastasısın."

Kahkahalarım şiddetlendi ve elim karnımı tutmaya başladı. Kadın beni bırakıp geriye çekildiğinde sırtımı fayanslarda kaydırarak kalçamın üstünde alçaldım ve başımı arkaya atıp daha sesli güldüm. Kadın, "Belanı benden bulma," diye homurdanıp ardına döndü ve söylene söylene koğuşa döndü.

Gözlerimdeki yaşlar baskı sonucu düşmeye başladı ve kahkahalarım boş tuvalette çınladı. Kahkahalarım arasında Karina'mın çığlığını da duyuyor, o çığlık sesini duymamak için daha da yüksek sesle gülüyordum. Ve o kadar fazla ağlıyordum ki, boynum ıslaklık yüzünden kaygan bir hal almıştı. Kızım benim sorumsuzluklarım, hatalarım, sadakatsizliğim yüzünden ölmüştü.

Annesi yüzünden, babası yüzünden ölmüştü.

Ben güldükçe sanki Karina'nın ağlayışı da arttı ve en sonunda kazanan onun çığlıkları oldu. Ne kadar gülersem güleyim o sesi bastıramadım. Gülüşümün sesi kesilince kızımın bu can yakıcı sesine çekildim ve orada ağlarken dakikalarca sorumsuzluğuma, o gün o kapıyı açık bırakışıma isyan ettim.

Deren, eğer ölürsem affederdi beni ama Karina affeder miydi?

Bulanık bir zihinle hareket ederek kalktım, önümü göremeden yürüdüm. Koğuşa geçince mahkûmların hakkımda konuştuğunu sezdim ama durup bakmadım. Koğuşun demir kapısına ilerleyip ellerimi vurmaya başladım. "Telefon görüşmesi yapmak istiyorum."

"Bakın işte, ruh hastası bu kız."

Yalnızca tuzlu tadını aldığım dudaklarımı yaladım ve karşı bir hamle gelmediği için kapıya yeniden vurdum. "Telefon hakkım olmalı! Size diyorum!"

Her zaman koridorda dolaşan bir gardiyan kapıya yaklaştı ve sürgüyü çekerek bana baktı. "Ne telefonu?"

"Bir yakınımı aramak istiyorum," dedim direkt. Yüz kaslarımı kontrol edemiyordum, sanki hâlâ gülüyor gibiydim. Deliriyordum.

"Konuşma için izin gerekli."

"Müdüre sorun öyleyse!"

Gözyaşlarıma bakıp iç çektikten sonra sürgüyü kapattı. Bir gülüş sesi daha çıkararak sinirle tekrardan vurmaya başladım. Cevap bile vermemişti, ciddiye almamıştı. Günlerdir gururum o kadar kırılıyor, hasar alıyordu ki her şeyi kişisel algılıyordum.

Yüzümü koğuşun ağır kapısına yaslayıp gözyaşlarımı akıtırken Deren'e söylediklerimi hatırlamaya çalıştım. Ona Derya'dan bahsetmiştim, Derya da karşılığında Gece ve Yaman'dan bahsedecekti.

Yaslandığım kapının açıldığını hissedince biraz geriledim ve gardiyan bana bakarak uzanınca karşı koymadım. Koluma girdi ve beni koridora çıkartıp yürümeye zorlarken, "Abinin ziyareti sana epey fayda sağlamış görünüyor," dedi. "Müdür telefon konuşması için izin verdi. Güya henüz cezan onaylanmamış, mahkeme gününe varmış."

Noah, müdürle özel bir görüşme gerçekleştirmişti, beni buradan çıkarana kadar en azından hayatımı kolaylaştırabilecekti. İsterik şekilde titreyen dudağımı yalayarak gardiyanla beraber iki üst kata çıktım ve bir odaya girdim. Arşiv odasına benzeyen, yetkili kişiye ait bir oda gibiydi. Gardiyan kolumu hiç bırakmadan masaya kadar yürüdü benimle ve sabit telefonu önüme çekti. "Kısa sürsün."

Direkt telefon tuşlarına dokunmaya başladım. Gece'nin numarasını, sık kullandığım için hatırlıyordum. Numarayı çevirdim ama hatta yanlış birisi çıkınca karıştırdığımı anladım. İkinci kez aramak durumunda kaldım ve gardiyan bir elinde copla beni izlerken, bu kez hat çaldı. Saniyeler sonra Gece'nin, "Alo?" diyen sesini duydum.

Heyecan bile hissedemeyecek kadar duygusuz olmama rağmen sesini duyunca gülümsedim. "Gece, benim."

Sessizlik oluşunca bunun şaşkınlığın işareti olduğunu anladım. Daha sonrasında yüksek sesiyle, "Nasıl arayabildin?" dedi. "Neredesin sen? Nasılsın?"

"Hâlâ cezaevindeyim, müdür izin verdiği için arama yapabiliyorum." Telefonu, hayatımın iplerinden bile daha sıkı tutarak ona anlatmaya başladım. "Nasıl olduğumu bırak, beni dinle tamam mı?"

"N'oldu?" diye sordu.

"Deren görüşüme geldi, ziyaretime..." ve ismi dudaklarımdan döküldüğünde bana söylediği her şey ruhumu tekrar kuşattı. Yangınından kalan küllerdim sanki o an. "Ona Derya'nın da bildiğini anlatmak durumunda kaldım, muhtemelen yanımdan ayrıldıktan sonra Derya'nın yanına gidecek. Derya da bana öfkelenip sizden bahsedebilir. Deren'e seni anlatırsa Yaman’la beraber seni de arar, başına bela olur. Buradan uzaklaş Gece, bir süre için yurtdışına kaç, hatta Yaman da seninle gelsin."

Anlattıklarımın karşılık bulması saniyelerden sonra oldu. Gece hattın diğer tarafında, düşünceli şekilde, "Kaçmayacağım," dedi. "Tüm suçu sana yıkıp kaçamam."

"Gece, yapman gerekenin bu olduğunu biliyorsun. Abilerim beni zaten kurtarır, en sonunda olan sana olsun istemiyorum."

"Olursa olsun, sonuçta ben kaçırdım." Bağırmaya başladığında huzursuzluğunun daha derin farkına vardım. "Sen aklıma sokmuş olsan da yapmadın sonuçta, ben yaptım. Ama günlerdir ceza çeken, kızıyla vurulan, kalbi acıyan sensin. Ben buna rıza gösteremiyorum."

"Sen n'aptın peki? Senin ne suçun var?" Yanağıma doğru sıcak bir göz damlası aktı. "Kızımın ölümüne sebep olan benim, planı kuran benim, yöneten benim. Senin ne suçun var ki benim yerimde cezaevinde olacaksın?"

Sinir bozukluğuyla bir ses çıkarınca, "Lütfen," dedim İtalyanca. Arkadaş olduğumuz için bu kadar İtalyanca anlıyordu. "İstersen İtalya'ya git, ben de oraya geleceğim çünkü."

"Kaçamam," dedi bir daha. "Tüm cezayı sana bırakıp gidemem."

"Gece..."

Hattın kesildiğini işaret eden sesi duyunca umutsuzca inledim ve telefonu yerine âdeta fırlattım. Gardiyan sert bir şekilde telefonu düzeltip kolumdan tuttu ve görüşmem sonlandığı için odadan çıkardı. "Revire gitmek istiyorum," dedim bu kez.

"Bu nereden çıktı?"

Serbest olan elimi karnıma götürünce direkt savunma pozisyonu aldı ve arkamızdan takip eden gardiyan yaklaştı. Fakat karnımdan bir şey çıkarmak yerine açıp morluğu gösterdiğimde gardiyanlar sakinleşti. "Bu ne zaman oldu?" diye sordu.

Günlerdir böyleydi. Nalan, emniyetten ayrılırken karnıma attığı tekmelerin iziydi. Hiçbir tedavi ve merhem kullanılmadığı için yeşile dönmüştü morlukların rengi. "Günlerdir böyle, geçer sandım ama geçmedi," dedim kendim için endişelenmişim gibi. Oysa o an kendimi gözden çıkarmıştım.

Tatmin edici bir yanıt almasam da biraz sonra koğuşa gitmediğimizi anladım. En alt, ziyaret salonunun olduğu kata indim ve oranın önünden geçerken Derenle oturduğumuz masaya ruhum çekilmiş gibi baktım. Neden kalbim Karina'yken ruhum Deren'miş gibi hissediyordum?

Ve ruhum da kalbim de ölmüştü.

Revirden içeriye girdiğimizde masadaki beyaz önlüklü kadın başını kaldırdı ve gardiyana baktıktan sonra bana döndü. "İyi misin? Sorun nedir?"

"Karnı morarmış, ağrısı var," diye benim yerime yanıtladı gardiyan.

İçeride toplam dört yatak vardı, geniş ve teçhizatlı bir odaydı. Bacaklarım aşağıya sarkacak şekilde oturdum ve doktor yaklaştığında gardiyan geriye çekildi. "N'oldu karnına?" 

"Tekme yemiştim, ağrıyor," dedim.

Üzerimi sıyırmamı rica edince denileni yaptım. Karnımdaki iki ayrı çürüğe bakarak biraz dokundu. Galiba acıdı ama hissetmedim, boş boş izlerime bakıyordum. "Böyle yaptığımda acıyor mu?"

"Hıhı."

"Ya böyle?"

"Evet."

"Ağrıkesici vereceğim, bir de merhem sürelim." İlaç dolabına ilerleyip yanında bir paket ilaç ve merhemle döndü. Masasında duran, gözüme kestirdiğim şeye bakarak başımı salladım. Kadın ilacı, küçük şişedeki suyla beraber bana verince itiraz etmeden içtim. "Günde iki kez yanıma gel, ilaçlarını vereyim. Merhemi süreyim."

Karnıma sürdüğü sarı renkli görünen merheme bakarak kalkmak için hareket ettim. Ellerindeki plastik eldivenleri atmak için arkasını döndüğünde masasına doğru yaklaşmıştım. Gardiyanın bakışlarını üzerimde hissederek yüz buruşturdum ve aniden karnımı tutup eğildim. Doktor bana dönerken gardiyanın dikkati de dağıldı. "N'oldu?"

"Aniden acıdı," dedim ama zaten hep acıyordu. Hem de çok. Yara değil, dahası.

Doktor beni doğrultana kadar gardiyan yanıma geldi ve el çabukluğuyla almak istediğimi alırken, fark edilmediğimi kontrol etmek için gardiyana baktım. O daha çok belindeki silahı benden uzak tutmaya çalışıyordu alıp bir delilik yapmayayım diye.

Doğrulduğumda, "İyiyim," dedim.

Doktor beni bir daha yokladı ve gardiyan koluma girip diğer gardiyanı çağırdı. Sweatimin kolundan içeriye ittiğim şeyin düşmemesi için kollarıma dikkat ederek yürüdüm. Koridora çıktıktan sonra üst katlara geçtik ve etraftan gelen sesler eşliğinde kendi koğuşuma geçtim. Kapı açılıp içeriye girdiğimde rol yapmayı kesip ruhsuzca yatağıma ilerledim. Yatağın köşesinde bir battaniye gördüm ama bu kadının aldığı battaniye değildi. Sanırım yenisini getirmişlerdi. Gardiyanlar bunu fark edip yapmış olabilirdi.

Yatağa uzanırken cebimden Karina'mın kurdelesini çıkardım.

Ona sarılıp gözlerimi kapattım.

Ona kavuşmanın hayalinde saatlerce süzüldüm ve gülümseyerek rüyama bekledim. Gelmedi. O günün gecesine kadar uyumaya çalıştım, belki biraz uyudum ama gecenin bir yarısı, koğuştaki karanlıkta hıçkırarak yataktan doğruldum. Ellerimi saçlarım arasından geçirerek etrafıma baktım. İçimde bir şey yapma arzusu vardı. Kendime bir şey yapma arzusu. 

Karina'nın ölümüne ben sebep olmuştum.

Mark'ı aldatmış, ihanet etmiştim. Sonra kaçmıştım. Suçumdan kaçmıştım. Karina'yı büyüyene kadar korumak için uzaklaşmıştım ama en sonunda kızım benim ihanetimin cezasını çekmişti. Kızımın babasını bile yanlış seçmiştim, sevildiğimi sanmıştım. O kapıyı açık unutmuştum.

Ölsem affederdi beni.

Deren ölsem affederdi beni.

Karina da belki yanına gidersem affederdi beni.

Yataktan kalkıp karanlığın içinde hayaleti andıran adımlar attım. Banyoya girip kapıyı arkamdan kapattım. Lavabonun önüne geçip kolumun içinde sakladığım makası çıkardım. Küçük, metal bir bıçaktı. Karanlıkta kendi ellerimi zor seçerek üzerimdeki sweatin lastikli kolunu dirseğime kadar sıyırdım. 

"Keşke Noah'ı da arasaydım. Ona Mark’la beraber Edip'i de öldürmesini söylerdim..."

Bunu atlamıştım. Bir durup düşündüm, Deren'in yeni numarasını biliyor muydum? Deren mi? Hayır, Deren değil, Noah... Yeni numarasını ezberlememiştim ki. Ayrıca Noah zaten öldürürdü değil mi? Edip'in yaptığını söylemiştim ona.

O kurşun... Karina'mın mezarına sıçrayan kurşunu hatırlayınca gülmeye başlayarak ağladım. Buhranımın içinde gülmek nereden geliyordu bilmiyordum ama sürekli gülmeyi istiyordum. 

Makasın bıçaklarını ikiye ayırdım ve ucunu sol koluma sertçe batırdım. Bıçak keskin miydi onu bile ayırt edemiyordum, yalnız tenimi kesip damarıma ulaşmayı istiyordum. Omuzlarım gülmemle beraber ileriye geriye sallanırken kanın sızmasını bekledim ama o kokuyu almadım. Bana bu şeyi direten arzumun sonunda yalnız Karina'ya kavuşmak vardı. O intikam, karşılık alma duygusu bile hafiflemişti. Hiç kimseyi değil, yalnız Karina'mı istiyordum.

Makasın bıçağını daha saldırgan şekilde kullandım ve kolumda, bileğimden yukarıya uzanan bir çizgi çektim.[SE2]  Sonra tenimde bir sıcaklık hissedince kanın aktığını anladım ama bakışlarım kör bir insanınki gibiydi, göremiyordu. Gözlerimin önünde çok çarpıcı başka kareler vardı. Hepsi aynı kadraja sığmış bir sürü an duruyordu karşımda. 

Kıkırdayarak makasın ucunu kaldırıp koluma sapladım ama makası denk getiremeyip boşluğa indirdiğimi anladığımda daha fazla güldüm. Hemen hemen aynı saniyelerde dışarıdan bir müdahalenin geldiğini hissettim. Gözlerimin önündeki karanlık sert şekilde kırılmıştı. Elimdeki bıçakla beraber başımı kaldırıp baktığımda banyonun kapısındaki saçların beni izlediğini gördüm. Saçlar, evet kabarık saçları vardı. Yüzünü göremiyordum, parazit gibiydi.

"N'apıyorsun?" diyen sesi ulaştı bana sadece.

Makası tutan elimi aşağıya indirince gözleri makası ve bileğimi takip etti. Gözlerimi kırpıştırdıkça görüntüsü netleşmişti. Işığı da yakmıştı. Gülüşüm kesildi ve sinirle koğuşu gösterdim. "Geri dön."

"Nereden buldun onu?" diye sordu bu kez. Mahkûmlardan birisiydi, daha önce neredeyse hiç konuşmamıştık.

"Cehennemden."

Kadın önce yavaş yavaş geriledi, sonra arkasını dönüp hızlandı. Sinirle elimdeki makası fırlattım ve kadın koğuşun kapısına vurarak, "Buraya bakın!" diye bağırdı. "Bu kadın kendini öldürüyor!"

Ben hızla kolumdaki kesikleri, kanları saklamak için sweatimin kolunu indirirken koğuştakilerin de uyandığını gördüm. Gürültü çıktığı için söyleniyorlardı. Koğuşun kapısı açılınca bir gardiyanın geldiğini anladım ve yerdeki kanları ayaklarımla örtmeye çalıştım. Bir gardiyan banyonun kapısına kadar gelirken, içeriden de mahkûmlar baktı buraya. "N'apıyorsun sen?" dedi adam, [SE3] yerdeki makası görerek. "Nereden buldun?"

"Bileğini kesmişti," dedi beni şikâyet eden kadın.

Gardiyan elindeki copu sallayarak yaklaştı ve doğrudan yanıma geldi. Koluma girdiği gibi beni çekiştirmeye başladı. Yanından geçtiğimiz o kadına öfke dolu bakarak, "Anı böldün," dedim sertçe.

Gardiyan beni çekiştirince neredeyse dizlerimin üzerine düşecektim. Diğer gardiyan, mahkûmları yatağa girmeleri için uyarırken, kolumdaki gardiyanla karanlık koridora çıktım. Ayağımda değil ayakkabı, çorap bile yoktu. Kanın avucuma sızdığını hissederek gardiyanla aşağıya inerken, "Makası nereden buldun?" diye sordu tekrardan.

İşlerime karışıldığı için sinirle inleyip, "Revirden," dedim susması için.

Fakat beni yine revire getirmek zorunda kaldı. Bu kez içeride erkek bir doktor vardı, belli ki nöbetçiydi. Gardiyan içeriye girip doktoru yaşanan olay konusunda azarladığında, "Diğer arkadaşın sorumsuzluğu," dedi doktor.

"Koluna bak, kendini kesmiş."

Doktor müdahale etmek için muayene yatağının ucuna yaklaştı ve bileğimden tuttu. Kendimi geri çekerek itmeyi denedim ama gardiyan, "Polisleri çağıracağım!" diye bağırarak tehdit etti beni. "İntihara teşebbüsünü dosyaya işlesinler, seninle mi uğraşacağız?"

Gülüşüm bu kez bir karşılık oldu. Omuzlarımı hareket ettirerek güldüm ve gardiyan polis çağırıp bana birkaç soru sorarken doktor da koluma tedavi yaptı. Sorulara cevap vermeden tenimdeki kanı izledim ve gardiyan söylenip dururken, gözlerim tekrar bulanıklaştı. Acıyı hissetmiyordum, koluma ne kadar zarar verdiğimin de farkında değildim. Fakat doktor sürekli ah vah ediyordu koluma.

Polis çıktığında ve ağlamam kahkahama karıştığında, doktor bana elinde bir iğneyle yaklaştı. Vücudumu geriye ittim ama kolumu, gardiyanın yardımıyla beraber sabitleyip iğneyi omzuma yaptı. Yatağa yatırıldığımda yüzüm tavana bakıyordu ve yaralı kolum karnımdaydı. Gardiyan, beni diğer kolumdan yatağın başlığına kelepçeleyip, "Gece'yi burada geçir," dedi. "Sakinleşmeden koğuşuna dönemezsin."

Gözlerim kapanırken bedensel bir acı hissetmiyor, yalnız içimde yarım kalan o tamamlanmama duygusu yüzünden kafamı iki yana sallıyordum. Sakinleştiricinin damarlarıma etki etmesi kısa sürdü ve o durağan karanlık beni içine çekerken, "Geciktirebilirsiniz ama engel olamayacaksınız," diye fısıldadım kendi kendime.

Öldürecekler listesinde adım hâlâ yazıyordu.

🎠

Rüyamda yalnızlığımı gördüm.

Bilinç olarak uyandığımda nerede ne yaptığımın farkında değildim. Gözlerimi açmadan vücudumu körlemesine bir şekilde kaldırdım ve yorgunluğu hissederek bir şeyler hatırlamaya çalıştım. Kulağımda kahkaham, Karina'nın çığlıkları, Deren'in söyledikleri varken gözlerimi açıp etrafıma baktım. Revirdeydim, gece buraya gelme nedenimi hatırlıyordum ama ne yapmak üzere olduğum yeni yeni kafamda netleşiyordu.

Önüme dönüp üzerimdekinin kolunu sıyırdım. Bileğimden dirseğime doğru uzanan pansuman bezine baktım. 

"Ağzına sıçtığımın salağı, bir bırakmadı ki ölelim..."

Doktorun sandalyesini çekip kalktığını gördüm. Kolum hâlâ yatağa kelepçeliydi, bu yüzden kısıtlı hareket ediyordum. Bu kez buradaki dünkü kadın doktordu. Kapıyı açıp koridora seslendikten sonra bana dönerek, "Tecrübesizliğimden faydalanıp makası almışsın," dedi. Yüzünde kendine kızar gibi bir ifade vardı. Koluma doğru bakıp iç çekti. "Kendine neden zarar verdin? Benim ihmalim yüzünden oldu, sabah gelip öğrenince üzüldüm."

Buraya geldiğimden beri bana kızmayan ilk insandı. Yaptığıma rağmen. Muhtemelen kuvvetli bir azar yiyecek olmasına rağmen. Gördüğüm insaniyet karşısında bir süre hareketsiz kaldım ve ardından içimden geldiği gibi, "Bir kızım vardı, öldü," dedim. "Üstelik benim yüzümden öldü. Dün bu gerçek bir daha yüzüme çarpılınca kendi varlığıma tahammül edemedim, ölmek istedim, hâlâ istiyorum."

Doktor bir müddet sessiz kaldıktan sonra omzuma doğru dokundu. "Böyle bir hikâyen olduğunu bilmiyordum canım, çok üzüldüm. Ama kendine zarar vererek bir yere varamazsın." Kadın bir şeyler daha söylemek istiyor gibiydi, muhtemelen hakkımda gördüğü haberlerle benim gerçeklerimi yan yana getirip şaşırmıştı ama bir şey eklemiyordu.

Gardiyan içeriye girip kelepçemi çözmek için yaklaşınca doktor çekildi. "Kendini iyi hissetmiyorsan koğuşuna geri dönmek yerine burada kalabilirsin."

"Kalamaz," dedi gardiyan. Omuzlarımı düşürmüş, bana iyi davranan doktora bakıyordum. "Avukatı geldi, görüşü var."

Avukat mı? Sonunda bir avukatım mı vardı? Kafamdaki ağrıyla beraber ayağa kalktım ve gardiyan, bir mahkûm olduğumu hatırlatarak koluma girince çıkmak üzere yürüdüm. Avukat... Artık onu umursadığımı da sanmıyordum. Kapıdan ayrılmadan önce arkamı dönüp masasına yönelmiş doktora baktım. İçimden ona, "Teşekkür ederim," demek geldi ve o şaşkınca bana tebessüm ederken gardiyan beni koridora çıkardı.

Bitap bir halde, nereye gittiğimi umursamadan yürüdüm ve ziyaret odasına girince Deren’le oturabileceğimiz tek masaya baktım. Sonra da otuzlu yaşlarının başında görünen, üzerine takım elbise giyinmiş adamı gördüm. Elindeki dosyanın sayfalarını karıştırırken düşünceli görünüyordu. Sandalyeyi çekip oturduğumda avukat irkilerek başını kaldırdı. Renkli gözlerini doğrudan gözlerime çevirip, "Merhaba," dedi hemen. "Emre ben Karmen, nasılsınız?"

Sanki becerilerimi, anlama ve konuşma kabiliyetimi kaybetmiştim. Kendime gelemiyordum. Sorulacak mantıklı şeyi düşünüp, "Beni tanıyorsunuz?" dedim.

Arkamızda duran gardiyana baktı ve sonra biraz masaya doğru abandı. Yana doğru taranmış düzgün saçları vardı ve parfüm kokuyordu. "Davayı ben aldım, elbette tanıyorum." Göz kırptı. "Abinle görüştüm, ikiniz arasında aracı olacağım."

Heyecanlanmayı bekledim ama artık ne istediğimi bile bilmeyen birisiydim. "Noah’la mı? Ne dedi sana?"

Dosyayı önüme iterek, "Okudum," dedi. "Dosyan çok zor değil, yalnızca üzerinde çok fazla medya baskısı var. Suçuna kanıt niteliği taşıyan tek şey bir alzaymır hastası görgü tanığı ve küçük kızın babası. Adamın arkası kuvvetliymiş, hakkında kişisel pek şey bulamadım, devlet koruması olduğunu öğrendim. Sen hakkında bir şeyler eklemek ister misin? İfadesini yalancı çıkaracağımız bir şey? Suçunu inkâr edeceğimiz bir şey?"

Deren... Onun hakkında mı konuşacağım? Konuşamam ki. Ağlarım.

"Beni buradan çıkarabilecek misin?" diye sordum.

"Abinle uzun uzun konuştuk," dedi. "Seni cezaevinden çıkarmanın yolunun hastaneye kapatılman olduğunu düşünüyor. Hâkime ruh sağlığının yerinde olmadığını kanıtlamama yardımcı olursan burada fazla kalmazsın. Tedavi için hastaneye girersin."

İşte o an anılar zarar verdi. İğne, ilaç, uyuşukluk, unutmak, unutamamak... Kalbim Karina'mı ait olduğu yerden çıkarmak için verilen çabaya karşı gösterdiğim direnç... Hastanede geçirdiğim o günlerin düşüncesiyle, "Hayır," diye reddettim avukatı, hemen. "Hastaneye girmeyeceğim."

Avukat, karşı çıkmamın arkasında güçlü bir dayanak arıyormuş gibi yüzümü izledi. "Ailen ve sen, arkası çok sağlam bir mafya örgütüsünüz. Abinin seni hastaneye almayı istemesinin ardındaki sebebi tahmin etmişsindir. Buna karşı çıkmanı anlayamadım."

Kızımı unutacağıma ölürüm daha iyi. Hastanenin redavi şekli bana acımı, Karina'mı unutturmaya yönelikti. Buna nasıl katlanırdım?

"Abime söyle, başka yol bulsun. O hastaneye gireceğime burada çürürüm."

Avukat altdudağını ısırarak yüzümü süzdükten sonra sırttı. "Böyle düşünmene bakılırsa akıl sağlığın gerçekten yerinde değil. Bunu kanıtlamak da oldukça kolay olacaktır."

Korkuya kapılıp, "Lütfen," dedim. "Oraya girmek istemiyorum. Çok ağır ilaçlar veriyorlar, çok korkuyorum Karina'yı unuturum diye."

"Karina?" diye soru yöneltti. "Bana her şeyi anlatır mısın? Sana yardımcı olmam için olayları senden de dinlemem lazım. Karşı tarafın avukatı çok güçlü ve Edip Akşın ülke gündemini bu olayla çok iyi meşgul ediyor. Üstelik sadece kızın babasının değil, dedesinin de arkası sağlam. Bu davayı zor kılan kamuoyunun tepkisi ve devlete çok yakın olmaları. Bu durumda seni kurtarmanın en kolay yolu hastaneye kapatmak."

Ama... Her ne kadar doğru olsa da oradan çok korkuyordum. Karina'yı unutursam asıl o zaman vicdan azabından ölürdüm. "Abim başka yol bulur, lütfen ona söyle hastaneye girmeyi istemediğimi."

"Vaktimiz yok," dedi avukat, kaşlarını kaldırarak. "Tatlım, haftaya cuma mahkemen var."

Korkum yüzünden kalp atışlarım hızlandı. Boğazımda panik yumruları birikmişti. "İtalya içişleri bir şey yapamaz mı? Beni İtalya'ya götürebilirsiniz. Orada yargılanırım."

"Suçu Türk birisine karşı işledin, durum o kadar kolay değil." Daralmış gibi kravatını biraz gevşetti. "Üstelik Türkiye'de oturma iznin yokmuş, bunca zamandır nasıl ortaya çıkmadı?"

Çünkü Leila kimliğimi kullanmıştım.

"Sahte kimlik kullandım."

"Al bir de buradan yak."

Avukat dirseklerini masaya koyup gözlerini gözlerime kilitledi ve bir saniye olsun ayırmadan hastane konusunda beni ikna etmeye çalıştı. Sürekli reddettim ve başka yol bulmasını istedim. Sonuçta avukattı, düşünebilirdi. Kafam karışıktı ama bir şeyden emindim. Karina'mı sonsuza kadar hatırlamayı istediğimden.

Avukatla görüşmem bittiğinde sandalyeden kalkmam gerekti. Gardiyan bana yaklaşmak üzereyken de acıyan kolumu kendime yaslayarak avukata, "Abimden benim adıma ricada bulun," dedim. "Cezaevindeki kadın doktora bir jest yapsın. Ev, araba, ya da yüklü para... Benden gelen bir hediye olarak versin ama doktor itiraz ederse de üstelemesin, zor duruma düşürmesin."

Avukat gözlerimin içine bakarak kafa sallarken, gardiyan koluma girerek görüşmeyi resmi olarak sonlandırdı. Arkamı dönüp gardiyanla oradan ayrıldım ve kilitli kapılardan geçerek ait olduğum yere döndüm. Koğuştan içeriye girerken de tüm mahkûmların ekrana kilitlendiğini fark ettim. Bir an bana baktılar, nasıl olduğumu gördüler ve ardından Fulya, "Baksana," dedi televizyonu göstererek. "Senin kaçırdığın kızın dedesi saldırıya uğramış. Hastaneye kaldırmışlar. Son dakika haberi olarak yayınlıyorlar."

Karnıma yasladığım kolumu tutarak televizyonun küçük ekranına yaklaştım ve görüntüleri görüp oraya hapsoldum. Televizyondan kaza ve Edip Akşın'ın sedyeye konulduğu görüntüler akıyor, muhabir bilgi veriyordu. Olay yerinde kimsenin bulunmadığı, Edip'in evine giderken bu suikasta uğradığını söylüyordu adam. Şoförünün sağ kurtulduğunu ve Edip'in ameliyat için hazırlandığını da ekliyordu.

Noah...

Söylediklerimden sonra o yapmış veya yaptırmıştı.

Dünküne benzemeyen, bu kez içten gelen şekilde gülmeye başlayarak kafamı arkaya attım. Noah'ın bu kadar aceleci olacağını düşünmemiştim ama şimdi bunları görmeye bayılmıştım. Abim için bunlar çok basit şeydi, Edip'i sessizce de ortadan kaldırabilirdi ama belli ki gürültü yapmak istemişti. Onu da rezil etmek istemişti, çünkü günlerdir televizyon ekranlarında canavar olarak anılmama Edip sebep olmuştu.

"Seni çok seviyorum Noah, çok..."

Saçlarımı kulağımın arkasına koyup Edip'in sedye üzerindeki blurlanan kanlı görüntülerini biraz daha izledim ve ranzama geçerken mahkûmların konuştuğunu duydum. Ranzama uzanıp basıcı tavanına bakarken günler sonra ilk kez içimde bir mürekkep damlası kadar dahi olsa da huzur vardı. 

Kızım, aşkım, kalbim Karina'm... Bak seni de benden başka seven, koruyan birileri var. Tıpkı Nil'in sevildiği, korunduğu gibi.

O gün zihnimdeki düşüncelerle yaşamak ya da ölmeye devam etmek zorunda kaldım. Yaralı olduğunu umursamadan kolumun üzerine yattım ve koğuştaki herkes bir ruh hastası olduğuma inandığı için beni rahat bıraktı. 

Günler bu şekilde geçti. Mahkeme günü her geçen gün daha da yaklaştı. Düşünmeden bekledim. Arada bir o doktor kadından hoşlandığım için revire gitmeyi kabul ettim, kolumdaki yaraya baktırdım. Pansumanı değiştirirken de kollarımdaki çiziklerin sayısını fark ettim. Altı tane çaprazlı, dikey veya yatay çizgiler vardı. Derim içeriye doğru hafifçe açılmıştı ve bileğimdeki çizgi en kalın olanıydı. O gün doktor pansumanı bittikten sonra kulağıma yaklaşıp, "Geçtiğimiz gün bana abin olduğunu söyleyen birisi ulaştı," dedi. Gardiyanın duymaması için kolumla ilgileniyor gibiydi. "Bana bir çek verdi, yanındaki adam da senin jestin olduğunu söyledi. Neden böyle bir şey yaptığını anlamadım ama kabul edemem."

Doktor gibi kısık bir sesle, "Etmeliydin," dedim. "Bunu, iyi bir insan olmanın karşılığında aldığın bir hediye gibi düşünmeni isterdim."

Biraz afallamış şekilde doğruldu. "Çok cömertsin ama gerçekten hak etmediğim parayı alamam."

Demek almamakta kararlıydı, üsteleyemezdim. Başımı sallayıp yataktan indim ve gardiyanla beraber koğuşuma döndüm. O günü de karnımda bir krampla ve kalbimdeki sıkışmayla geçirdim. Gece olduğunda uyuyamadım, yarın başıma gelecekleri düşündüm. Mahkemede neyle karşılaşacağımı bilmiyordum ama kiminle karşılaşmayı istemediğimi biliyordum.

Ertesi gün, mahkeme günü geldiğinde erken saatte kalktım. Gece'nin bana getirdiği kıyafetler arasından yüksek bel bol pantolonla siyah badiyi alıp giyindim. Saçlarımı parmaklarımla taradım ve gardiyanın gelip beni almasını beklerken, televizyondaki haberi izledim. Edip Akşın ameliyattan sağ çıkmıştı ama hâlâ hastanedeydi. Abimin onu isteseydi öldüreceğini biliyordum, belki de bu hazzı bana bırakmıştı.

"Sence buraya dönecek misin?" diye sordu mahkûmlardan Fulya.

Kaderimin beni götüreceği yeri bilmiyordum, hiç konuşmadım. Ağır koğuş kapısından bir ses gelince yavaşça kalktım. İlk günden beri ara ara benimle uğraşan gardiyan yaklaşıp kelepçeyi çıkardı ve dışarıya çıkacağımız için bileğime taktı. "Adliyeye gidiyoruz."

Sence farkında değil miyim geri zekâlı?

Mahkûmların arasından geçip koridora çıkınca bir gardiyan da bizi arkamızdan takip etmeye başladı. Kilitli kapılardan geçip on beş gün kadar önce geldiğim cezaevi binasından çıktık. Cezaevinin yüksek, çitlerle örülü duvarlarına bakarak ikinci kapıdan da çıktım. Gardiyanlar beni polislere teslim etti ve cezaevi arabasına bindirdiler. Arabanın etrafını polisler, gardiyanlar sarmıştı ve iki polis arabası daha vardı. Muhtemelen adliyeye kadar bindiğim cezaevi arabasını takip edeceklerdi. 

Mafya üyesi olduğum için kaçırılma ihtimalimi göz önünde bulunduruyorlardı.

Noah bunu yapabilirdi, bu yüzden ben de bunun bekleyişinde hareket ettim ama adliyeye varana kadar hiçbir pürüz çıkmayınca başka türlü bir işin peşinde olduğunu anladım. Adliyenin bahçesinden girdiğimiz an arabanın etrafını saran muhabir ile gazetecilere hiç şaşırmadım. Güvenlik kollukları onları uzaklaştırmaya çalışırken polisler hızla beni araçtan çıkarıp koşturarak yürümeye zorladılar. Etrafımı göremeden, ayakkabılarıma bakarak adliye binasına doğru koştum. 

Adliyenin kapılarından girdiğimde, gazetecilerin soruları ve yüzümde patlayan flaşlar geride kaldı. Polisler beni doğrudan asansöre götürürlerken, birinin yaklaştığını hissedip başımı kaldırdım ve avukatımı gördüm. Elinde siyah deri çantası ve cüppesiyle yanıma gelip polislere, "Müvekkilim," dedi, ardından bana döndü. "Duruşmaya on dakika var, seni geç getirdiler."

"Muhtemelen seninle konuşma fırsatımız olmaması için."

"Katılıyorum." Polisler sabırsızca bize bakarken, avukatım yaklaşıp omzunu silkti. "Konuştuğumuz gibi olacak her şey, meraklanma. Ben de şimdi geleceğim, yukarıda görüşürüz."

Konuştuklarımızdan kastı beni hastaneye göndermek miydi? Telaşa kapılıp kafamı iki yana salladım ama polisler beni asansöre doğru çekince konuşma imkânım olmadı. Asansörde altı kat çıktım ve inince karşımda uzun bir koridor gördüm. Koridor sonuna dek ilerlerken karnımda güçlü bir ağrı vardı. Acaba abim gelecek miydi? Yoksa Edip olayından sonra aranıyor muydu? Ama onu suçlayacak hiçbir kanıt yoktu, belki gelebilirdi. Yanımda olmasına ihtiyacım vardı, herkesin benden nefret ettiği bu yerde beni sevecek tek kişi abimdi.

Yanımda iki polisle beraber duruşma saatini beklemeye başladım. Duruşma kapısının önünde bir mübaşir vardı, tam karşısına bakıyordu. Asansör sesini bir daha duyunca kata birisinin geldiğini gördüm ve avukatımın yaklaştığını fark ettim. Cübbesinin etekleri hızlı yürüdüğü için uçuşuyordu. Yanıma vardığında kelepçeli ellerimi sıkarak, "Abim?" dedim endişeyle. “Gelecek mi?"

"Ne yazık ki," dedi, bana eğilerek konuşuyordu. "Polisler de abine ulaşmaya çalışmış, çünkü Edip Akşın kendisini vurduğu iddiasıyla abinden davacı oldu ama Noah ortalıklarda değil."

O zaman düşündüğü bir şeyler vardı, bana rağmen gelemiyorsa eminim yine benim içindir. "Ben buradayım," dedi avukatım, omzumu sıkarak. "Yapmam gerekeni yapacağım, cezaevine geri dönmeyeceksin."

Hastaneye gitmek konusunda itiraz etmek üzereydim ki, tekrar asansörden birilerinin indiğini görüp başımı kaldırdım. Aynı anda da sol tarafımdaki baskıyı hissettim. Deren’le Nalan, bir kadın ve cüppeli bir avukatla asansörden inmişti. Nalan avukatla konuşurken Deren başını kaldırmış, doğrudan bana bakıyordu. Yalnızca bir saniye omzuma ve karşımdaki avukata doğru yönelttiğini gördüm bakışlarını. Üzerinde siyah, kravatını eksik tuttuğu bir takım elbise vardı. Saçları her zaman olduğu gibi kısaydı ve sakal tıraşı olmuştu. Bir eli cebindeyken diğeri yanında yumruk halindeydi. Son yaşadıklarımız gözlerimin önünden geçerken saçlarımın yıpranmışlığını gizlemek için arkama attım ve ona bakmaya katlanamayıp önüme döndüm.

Avukat da onları görmek için koridorun karşısına şöyle bir bakıp bana döndü. "Avukatları çok güçlü."

O an hâlâ umursadığım tek şey Deren'in bana söyledikleri olduğu için bununla ilgilenemedim. Gözlerim avukatın parlak kol düğmelerini izledi ve koridorun sol tarafı onların kalabalığıyla doldu. Öyle ki, adımlarını görebiliyordum. Nalan'ın yere basan alçak topuklu, YSL ayakkabıları gözüme çarpmıştı. Deren'in hemen yanındaydı, Deren'in ayakkabılarıysa simsiyah, mattı. Karşılarındaki avukatı dinliyorlardı. 

Yalnız bir iki dakika sonra Nalan'ın, "Lütfen," diyerek buraya yaklaştığını fark ettim. Avukatım hâlâ konuşurken onun ayakkabıları bakış açıma girmişti. Üzerinde beyaz blazer takım, kumaş pantolon vardı. Başımı hafifçe arkaya atıp ona baktığımda gözlerini yüzümde dolaştırdı. "Bugün sonsuza kadar cezaevine kapatılacaksın."

Öfkesine alışkın ve tahammüllü yaklaşıp sessiz kaldığımda avukatım, "Müvekkilime psikolojik şiddet uyguluyorsunuz," dedi ve ardından onların avukatına baktı. "Müvekkilinize sahip çıkacak mısınız?"

Adam, dendiği gibi Nalan'a arkasından yaklaşıp nazikçe kolundan tuttu. Deren hiç kıpırdamadan orada durmaya devam ediyordu, tıpkı Nalan beni döverken kıpırdamadığı gibi. 

"Nalan Hanım, aleyhinize hareketlerde bulunmayın, rica ederim."

Nalan her iki avukata da bakarak, "Bir dakika lütfen," dedi ve gözlerimin içine döndü. "Abin babamı yaraladı, yaptıklarınız yetmezmiş gibi bir de bunu yaptı. Ama bak, bugün burada yalnızsın. Hiç kimse seni kurtaramayacak, o cezaevine yapayalnız geri döneceksin."

"Ölmemesine üzüldüm," dedim babasını kastederek. Nalan'a tahammülüm vardı ama Edip'e yoktu. "Ama bu zevk bana ait olacağı için de seviniyorum."

Nalan ağzı açık şekilde bir adım geriye çıkarken polislere beni işaret etti. "Ne dediğini... Ne dediğini duydunuz mu?"

Polisin birisi ikimiz arasına girdi ve Nalan'ı nazikçe uzaklaştırırken, "Dava başlamak üzere," dedi. "Avukat Bey, lütfen müvekkilinizi uzaklaştırın." Sonra da benimle temas kurdu. "Ağzınızdan çıkanı kulağınız duysun."

"Bu resmen suçunu itiraf etmek!"

Avukatım elini kaldırdı. "Müvekkilimin ağzından öyle bir cümle çıkmadı, lafları çarpıtmayın."

Avukatı, sinirli olan Nalan'ı uzaklaştırırken, gözlerim istemsiz olarak bir daha Deren’le buluştu. Karşısındaki kadınla konuşurken üzerindeki beyaz gömleğin yakasını çekiştiriyordu. Yanaklarında ve alnında kızarıklık vardı, terliyordu. Ona baktığımı hissetmiş gibi gözlerini aniden kaldırınca, gözlerimi bakışlarının karanlığından kaçırdım. 

"Davacı Deren Ateş." Aniden yetkili birisinin sesini duydum ve tüm bakışlar mahkeme salonunun kapısına çevrildi. Üniformalı adam isimlerimizi bir kâğıttan okuyordu. "Davalı Karmen Russo. Duruşma için mahkeme salonuna çağrılıyorsunuz."

Tenimdeki soğuk teri, baş dönmemi hissederek hareket ettim. Avukatım da yanımda yürümeye başladı ve polisler beni yetkili adama bıraktı. Bu kez adamla salonun içine girdim ve davalı kürsüsüne yerleşirken, Deren’le Nalan da avukatlarıyla beraber içeriye girdi. O kadın da girmişti, belki de pedagogtu, izleyici koltuğuna oturuyordu. Avukatım yanıma yerleşti ve Derenle avukatı da tam karşımızdaki kürsüye kurulunca, mahkeme salonunun kapısı kapandı.

Yaralı kolumu karnıma koyup ruhumdaki inanç kırıntılarına tutunmaya çalıştım.

"Davalı ve davacı taraflar yerlerine oturduysa..." yüksek kürsüden gelen sesi duydum, hâkimin kendisi olmalıydı. "Duruşmayı başlatıyorum. Taraflar, avukatlar, hazırsanız buyurun başlayalım."

Avukatların her ikisi de, "Evet sayın hâkim," dediler.

"Davalı Karmen Russo'yu kürsüye alalım." 

Konuşulanlar sırasında adımı duyunca irkilip yanımdaki avukatıma baktım. Bana gözlerini kapatıp açtıktan sonra hâkimin tam karşısındaki ayaklı kürsüyü gösterdi. Yerimden ağırca kalktım ve kolumu karnımda tutarak kürsüye geçtim. Tüm bakışları üzerimde hissederek karşımdaki hâkimle göz teması kurdum. Kadındı, kırk yaşından büyük görünen, tecrübeleri aşikâr olan birisiydi.

"Hakkınızdaki suçlamaların farkındasınız hanımefendi." Hiçbir duyguya sinyal vermeyen ses tonuyla konuşuyordu. "Bir savunmanız, eklemek ve çıkarmak istediğiniz bir şey var mı?"

"Yok," dedim. 

Birisinin soluğu o kadar sert çarptı ki kulağıma, Deren'a ait olduğunu anladım. Hâkim savunma yapmayışıma  karşı tek kaşını kaldırırken, "Konuşmak için izninizi istiyorum," dedi avukatım.

Hâkim, avukatıma bir el işareti yaptı. "Buyurun."

Avukat ayağa kalktı ve diğer kürsüdeki avukatın Deren’le fısıldaştığı kulağıma ulaştı. "Müvekkilim Karmen Russo tamamıyla masumdur. O gün Nil Ateş'i parktan kaçırmamıştır. Ve ruh hali o kadar kötü ki, kendisi de gerçeklerin farkında değil."

Deren ayağa fırladı. "Ne saçmalıyorsun lan?"

Hâkim elindeki tokmağı kürsüsüne vurup o tarafa baktı. "Yerinize oturun. İzin almadan konuşmayın."

Kollarımı kendime doğru sararak avukatın nasıl bir açıklama yapacağını beklerken, Deren'in gergince sandalyesine yerleştiğini göz ucuyla gördüm. Hâkim konuşma hakkını tekrar avukatıma verdi. "Ruh sağlığının yerinde olmadığını nereden çıkardınız?"

Avukatım kürsü önündeki hâkim kalemine bir evrak uzattı ve o evrak hâkimin kürsüsüne yerleşti. Hâkim o kâğıtlara bakarken, "Müvekkilim geçtiğimiz günlerde cezaevinde intihara kalkıştı," dedi avukatım. Bir anda kafam sertçe hareket edip avukata dönerken, üzerimde çok keskin başka bir göz hissettim. "Uzun zamandır kendinde değildi, ilaçlarla ayakta durabiliyor. Polis ve doktor ifadesi açık açık önünüzdeki belgelerde yazıyor. Yaptığı hiçbir şeyi hatırlamamakta, bu yüzden kendisi size bir şeyler anlatamaz."

Mahkeme salonunda derin bir sessizlik oluşurken şok olmuş yüz ifademle avukatıma bakıyordum. Ondan böyle yapmamasını istemiştim, o cehenneme girmekten ne kadar korktuğumu söylemiştim. Üstelik... İntihar denememi nasıl deşifre ederdi? Bunun beni küçük düşürdüğünün farkında değil miydi?

"Sayın hâkim," diyerek ayağa kalktı diğer bir avukat. "Müvekkilim Deren Bey, kızını kaçıranın Karmen Russo olduğundan emindir. Avukat Emre Bey, müvekkilinin çıkarları için yalan söylüyordur." 

Söylenenler bir uğultu oluşturup başımı döndürürken, hâkimin gözlerini o kürsüde tuttuğunu gördüm. Söz verir gibi eliyle işaret edip, "Deren Bey," dedi. "İfadenizin arkasında mısınız? Kızınızı kaçıranın Karmen Russo olduğunu mu savunuyorsunuz?"

Deren cevap vermediğinde bir sessizlik daha oluştu ve kolumu karnıma yaslayarak gözlerimi ağırca çevirdim. Bana bakıyordu. Doğrusu karnımda tuttuğum koluma. Rahatsız olup hemen kolumu indirdim ve Deren'in gözleri yavaşça yukarıya çıkınca hemen bakışlarımı başka yöne çevirdim. Vücudumdaki kemiklerimin her birinin farkındaydım, sanki her birisi ruhuma batıyordu.

"Deren Bey?" diye yineledi.

Deren'in irkildiğini aniden ayağa kalkmasından anladım. Genzini temizleyip derin iki nefes aldı. "Sorunuzu... Tekrarlar mısınız?"

Hâkim, kaş çattı. "Kızını kaçıranın Karmen Russo olduğundan emin misiniz? Avukatınız bunu savunduğunuzu söylüyor."

Çift kalp atışı kadar zaman geçti.

"Evet."

"Oturabilirsiniz."

Deren sandalyesine geri yerleşirken, Nalan'ın arkamdaki kadınla fısıldaştığını duydum. Gözlerim bileklerimdeki kelepçeyi izlerken gurur parçalarımı etrafımda görüyordum sanki. O an kalbim buzdu ama ruhum hâlâ oydu.

"Davacı Deren Bey, Karmen Hanım'ın kızını kaçırdığından bu kadar eminken siz neye dayanarak onu kaçırmadığını söylüyorsunuz?" diye soru yöneltti hâkim, avukatıma.

Avukatım kendinden emin şekilde, "Çünkü bir tanığım var," dedi. "İzin verirseniz içeriye girsin."

Yalancı bir tanık mıydı? Abim mi ayarlamıştı? Avukatı buna nasıl ikna etmişti? Hâkim onayladı ve baş mübaşir kapıyı açtı. Ben dahil ve Deren hariç olmak üzere herkesin başı kapıya döndü. Ruhumdaki küller kalbimdeki buzların üzerine serilirken, kapıdan içeriye bir gölge düştü ve topuk sesleri tıkırdadı.

Gece, onu tutan mübaşirle beraber mahkeme salonuna girdi.

"Hayır," diye fısıltı dudaklarımdan çıktı ve Gece'nin gözleri benimle buluştuğunda, onun vidan mahkemesine geldiğine emin oldum. 

"Buyurun," dedi hâkim, Gece'yi olduğum kürsüye çağırarak.

Gece yalnız bana tebessüm ederek ama açık bir gerginlikle yanıma yürürken, diğerlerinin onu süzdüğünün farkındaydım. Suçlu olarak dikildiğim kürsüye gelip tam yanıma yerleştiğinde, "Hayır," diye fısıldadım kendini ateşe atmaması için. "Gece."

Avukat tekrar sözü devraldı. "Tanığım Gece Üstün'ün bizzat söylemek istediği şeyler var."

"Bu kim? Nereden çıktı?" diye arkadan bağırdı Nalan.

Hâkim, tokmağını kürsüye bir daha çarpıp, "İzin almadan konuşmayın," diye uyarısını yaptı. Sonraki hamlesi, suçlu kürsüsünde duran bize bakmak oldu. "Buyurun," dedi. "Ne anlatacaksınız?"

"Karmen Russo'nun üzerindeki suçlamaların hepsi yanlıştır." Gece ellerini, çoktan kelepçelenmiş gibi bir araya getirerek önünde birleştirdi. "Yanlış, çünkü... o gün, Nil Ateş'i parktan kaçıran kişi benim."

 

BÖLÜM SONU.